Klinik Psikolog Öznur Karaman, PhD
05558672689
psikologoznurkaraman@gmail.com

Lacancı Bir Okumayla Aşk-ı Memnu

Lacancı bakış açısıyla roman, arzunun hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin edilemeyeceğini ve daima eksiklikten beslendiğini gösterir. Bihter’in Behlül’e duyduğu çekim, yalnızca aşk ya da tutku değil, kendi içindeki eksikliği dolduracağına dair yanılsamanın sonucudur. Bu noktada Behlül, gerçek bir kişi olmaktan çok, Bihter’in arzularını taşıyan ve temsil eden bir nesne haline gelir.

Adnan Bey figürü, Lacan’ın “babanın adı” dediği toplumsal yasa ve düzenin temsilidir. Yasa, sınır koyar ama aynı zamanda yasak olanı cazip hale getirir. Bihter’in Behlül’e yönelmesi, yalnızca kişisel bir tercih değil, yasağı ihlal ederek arzunun yoğunluğunu hissetme girişimidir. Yasa sayesinde “yasak aşk” bir anlam kazanır ve bu ihlal ediş arzuyu daha da güçlendirir.

Bihter’in kimlik arayışı da Lacan’ın ayna evresiyle okunabilir. Adnan Bey’in karısı olarak toplumda kusursuz bir kadın imgesiyle bütünleşmeye çalışır. Ancak Behlül’le ilişkisi bu imgesel bütünlüğü parçalar. Kendi bölünmüşlüğüyle yüzleşmek zorunda kalır ve bu çatışma romanın trajedisinin temelini oluşturur.

Romanın sonunda Bihter’in intiharı, arzunun imkânsızlığıyla yüzleşmesidir. Lacan’ın “Gerçek” kavramıyla açıklanabilecek bu nokta, simgesel düzenin sınırlarını aşan çıplak hakikatle karşılaşma anıdır. Bihter için bu hakikat, arzunun hiçbir zaman tamamlanamayacağıdır. Behlül’ün sadakatsizliği ve toplumun baskısı bu gerçeği açığa çıkarır. İntihar, bu çıkışsızlığın ifadesi olur.

Sonuçta Aşk-ı Memnu, bireysel bir ahlaksızlık hikâyesi değil, arzu, yasa ve öteki üçgeninde öznenin kırılganlığını ortaya koyan güçlü bir anlatıdır. Bihter’in hikâyesi, arzunun doğası gereği eksik ve tamamlanamaz oluşunu, yasakla olan bağını ve öznenin varoluşsal açmazlarını gözler önüne serer.

Klinik Psikolog Öznur Karaman, PhD